Gelecek Filisitin’indir
Gelecek Filisitin’indir
Dr. Hüseyin EMİR ABDULLAHİYAN
Dr. Hüseyin EMİR ABDULLAHİYAN
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
2 Kasım, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour'un makûs ve utanç verici açıklamasının yayınlanmasının 106. yıldönümü. Bu kısa metin, sahte ve apartheid bir rejimin kurulması, Filistinlilerin katledilmesi, yüzbinlerce kadın ve çocuğun soykırımı, Filistin'in asıl sakinlerinin ecdad topraklarından sürülmesi ve toraklarına el konulması gibi feci sonuçlar doğurmuştur. Bu uğursuz deklarasyon, Batı Asya'da kanserli ve gayri meşru bir tümörün oluşmasına zemin hazırlamış olup, sonuçları yaklaşık 80 yıl sonra hala bölge halkını ve Filistin'i etkilemeye devam etmektedir. Sahte tarihi teşvik etmek ve baskı uygulamak için Anglo-Sakson üvey babalarının desteğini alan Siyonistler, şimdi Batı Asya bölgesini bir krizle karşı karşıya getirmiştir.
Bugün, Filistinlilerin uyanışı ve direnişi Siyonistlerin zulmünü ve soykırımını dünya çapında gözler önüne sermiştir. Dolayısıyla 1948 Nakba'nın boyutları hakkında daha fazla bilgi edinmek için Balfour Deklarasyonu'nu yeniden okumak iyi bir fırsat olacaktır.
Balfour Deklarasyonu, İngiltere'nin uluslararası Siyonizmin, Siyonizmin sözde ulusal vatanını Filistin'de kurma yönündeki istek ve arzularına duyduğu sempatiyi dile getiriyor. Bu bildiri, 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın ortasında ve ikinci Dünya Savaşı'nın başlamasına neredeyse 21 yıl kala ve Naziler tarafından Yahudilere soykırım yapıldığı iddiasının ortaya atıldığı bir zamanda açıklandı. Görünüşe bakılırsa, Britanya ve onun Siyonist yoldaşları bunun farkındaydılar ve gelecek yirmi yılda ne olacağını gayet iyi biliyorlardı.
Siyonistlerin kutsal topraklardaki varlığı iki çarpık ve sahte tarihi rivayete dayanılarak oluşturulmuştur: İlk rivayet, Yahudilerin kutsal kitabında bu toprakların kendilerine (Siyonistlere) vaat edildiği, ikinci rivayet ise Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından öldürüldüğü ve soykırıma uğratıldığı iddiasıdır. Bu iki rivayet, özellikle ikincisi, çok sayıda Yahudiyi Filistin topraklarına sevk etmiş ve neticede bu toprakların, etkileri bugün de devam eden işgaline ve yıkımına başlangıç teşkil etmiştir. Hepsinden daha çarpıcı ve üzüntü verici olan şey ise, Balfour Deklarasyonu'nun yayımlanmasından üç yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı'nın galip ülkelerinin imzaladığı anlaşmalarla kutsal Filistin topraklarının idaresinin İngiltere'ye devredilmesi ve Balfour'un Siyonistlere verdiği sözün yerine getirilmiş olmasıdır. Bütün bunların sadece bir tesadüf olduğuna inanmak saflık olur.
Binlerce yıldır kültür, zanaat, tarım ve tabii ki din ve diyanet ehli sakinlere ev sahipliği yapan Filistin toprakları, İngilizler tarafından bir deklarasyonla Siyonistlere verilmiştir! Aparhaid, çocuk katili ve işgal rejiminin gayri meşru yaşamı boyunca Batılı hükümetler, daima gerçekleri saptırarak ve zalimi mazlum olarak göstermek için çalışıp çabalamışlardır. Siyonistler, her zaman cezasız kalan ve sonu olmayan suçlar işlediler. Filistin'i savunmak için ne zaman gırtlaklardan hak bir ses yükselmişse, Siyonistler "Antisemitizm" diye bağırmışlardır.
Son dönemde, Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından Tel Aviv rejiminin destekçileri debdebeli sözlerle bir kez daha İsrail'i donatıp cesaretlendirirken, gerçeği manipüle etmek için öne çıktılar. Bir zamanlar İngiltere'nin omuzlarında olan görev, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve Amerika’nın uluslararası düzende yükselişinden sonra Amerika’ya devredildi. Amerika ve İngiltere'nin Siyonist rejime koşulsuz desteği, BM Güvenlik Konseyi'nin Filistinlilerin haklarının tanınması konusundaki başarısızlıklarının temel nedeni oldu. Amerika, 45 kararı veto ederek yalnızca Siyonist rejimin Gazze'deki suçlarının durdurulmasına karşı çıkmakla kalmadı, aynı zamanda insani bir karar karşısında çekimser oy kullanmayı bile reddetti! İnsan haklarına ilişkin asılsız iddialarıyla açıkça çelişen Amerika, Gazze Şeridi'nde işlenen savaş suçlarına desteğini her zamankinden daha çok göstermek amacıyla Gazze'deki sivillere yardımın önünü açmak amacıyla hazırlanan karara da karşı oy kullandı. Gayet açıktır ki bu tutum ve davranış, Amerika Birleşik Devletleri'nin temel insani ilkeleri ve uluslararası hukuku ayaklar altına aldığının bariz bir örneği olarak görülecektir.
Mesele şu ki, İngiltere'nin ve ardından Amerika'nın yıllarca dadılık yapıp bakımını üstlendiği bu sahte rejim, ayaklarının üzerinde duramayan ve utanç verici hayatını sürdürmek için daima suni teneffüse ihtiyaç duyan gayri meşru bir çocuk gibidir.
Gelecek şüphesiz Filistin'indir.